• Müzisyen Kulağı ve Bas Seslerinin Önemi


    Titreşen havanın basit dalgalanmalarını duygusal ve viseral tecrübelere nasıl dönüştürdüğümüz hakkında yapılan son araştırmalar, bize insan beyninin müziği nasıl anlayabildiği ve de zevk alabildiği ile ilgili birtakım ipuçları vermektedir. Çalışmalar, aynı zamanda, müzisyen arkadaşlarınızın gerçekten çok sıkıcı müziğe neden daha toleranslı olabildiklerinin cevabını da vermektedir.

    Daha önceki yapılan çalışmalar, beyin ritimlerinin konuşma modellerine uyum sağladığını göstermiştir. Diğer bir deyişle, beyin dalgalarımız konuşulan kelimenin ritmiyle eş salınım göstermektedir. Bu ve buna benzer çalışmalara ek olarak PNAS’ta yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, belki sezgisel ve büyük ihtimalle konuşma sürecinde evrimsel bir yan ürün olarak aynı şeyin müzik için de geçerli olduğu ortaya konmaktadır.

    Magnetoensefalografi ya da kısaca Meg olarak adlandırılan ve giyilebilir bir beyin tarayıcısı olarak işlev görmekte olan bir teknoloji kullanarak, NYU üniversitesinden Prof. David Poeppel ve mezun öğrencisi Keith Doelling, 39 kişinin beyin dalgalarını, müzik dinlerken analiz ettiler. Gönüllülere, özellikle, “3b” olarak da adlandırılan Brahms, Bach ve Beethoven dinletildi. Deneklerin beyin dalgaları müzik dinlerken izlendi ve araştırmacılar, beyin aktivitesinin özellikle tam da tahmin edilebileceği gibi beynin sesi işlediği bölgesi olan işitsel korteksin müzikle senkronize olduğunu buldular. Beyinleri müzikle eşgüdümlüydü.


    Daha sonra, Poeppel ve Doelling, müzisyenler ve müzisyen olmayanların –sırasıyla en az altı yıl boyunca müzik yapmış ve şu an halihazırda aktif olarak müzik yapanlarla, üç yıldan daha az müzik çalışması olup aktif olarak müzik yapmayanlar - beyin dalgalarının müziğe nasıl cevap verdiğini değerlendirmeye aldılar.

    Müzisyenlerin beyinleri, her saniyede 0,7 nota kadar yavaş tempolu müziğe uyum sağlayabilmişken müzisyen olmayanların beyin dalga ritimlerinin, yavaş müzik sayılan ve her saniyede bir notadan daha az bir tempoya sahip olan müziğe uyum sağlayamadıklarını ortaya çıkardılar. Poeppel bu konuda şöyle demiştir; “görünen o ki müzisyenler çok daha yavaş müzik parçalarını algılayabilip onları modelleştirebiliyorlar. Bazı insanların sadece bipler olarak algılayabildiklerine müzisyenler çok net cevaplar verebilmektedir.”

    Çalışmaya dahil olmayan Michigan State Üniversitesi bilişsel bilim departmanında görevli Prof. Devin McAuley söyle demektedir; “ Yeni bulunan bu veriler, daha önce yapılmış farklı çalışmalara da uyuyor. Daha önceki çalışmalarda, müzisyenlerin müzisyen olmayanlara kıyasla, daha yavaş tempolu ritimler üretmeye meyilli oldukları gösterilmişti. Ayrıca müzik eğitimine sahip çocukların, sahip olmayanlara göre daha yavaş bir tempoyu tercih ettikleri de ortaya konmuştu.”


    Bu çalışmalar, benim bilimsel bir çalışmaya dayanmayan, tamamen arkadaşlarımı gözlemleyerek varmış olduğum bir kanıyı da neredeyse doğrular nitelikte ki buna göre müzisyenler yavaş, çok sıkıcı, akıcı olmayan ve ambiyans müziğe çok daha toleranslılar (arkadaşım Kevin her saniyede 0.6 notaya kadar dinleyebilmektedir).


    Ayrıca bu, müzisyenlerin neden çevresel seslere daha duyarlı olduğunu da açıklayabilmektedir; çok gürültülü bir odadaki tek bir sese yoğunlaşabilmekteler. Araştırma, bunun nedeninin belki de, müzisyenlerin farklı frekansları ayırt edebilme yeteneklerinden dolayı olduğunu göstermektedir.

     Poeppel, çalışmasının, ses dalgalarına uyumlu hale gelmenin hiçbir zaman iyi bir müzisyen olmakla aynı anlama gelmediğini açıklamakta hızlı davranıyor ve şöyle diyor; “beyin ritimlerinin uyum sağlamasına rağmen hala kötü bir piyano sanatçısı olabilirsin fakat birçok müzisyen geleneksel olarak eğitim gördüklerinden, onların çok iyi oldukları varsayılmaktadır” şaka yaparak devam etti; “ve ben onları oturtup ‘hadi şimdi bize bir şeyler çalın’ demeyi planlamıyorum.”

    Kendisini sert bir nativist (doğuştancı) olarak tanımlayan Poeppel, müzik kabiliyetinin genetik olarak geldiğini söylemekte fakat çalışmasının da gösterdiği gibi müzik eğitiminin alındığı yılların sayısı, beyin dalgalarının müziğe uyum sağlaması ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla beyinlerimizi müziğe daha net cevap vermesi için eğitebiliriz.

    2014 yılında yapılmış bir çalışma Poeppel’in bulgularını destekler niteliktedir. Buna ek olarak, beyin dalgalarının senkronize olmasının, müzik olarak algıladıklarımız üzerindeki etkisini ortaya çıkartıyor. Elektroensefalogram yani EEG kullanarak beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçen Hamilton Ontorio’daki McMaster Universitesinde görevli fizyolog Laurel Trainor ve çalışma arkadaşları, insan beyninin tempo dışı çalınan düşük notalara yüksek notalara kıyasla daha fazla tepki verdiğini ortaya koydular. Başka bir deyişle, beyinlerimiz düşük frekanslara daha fazla uyum sağlayabilmektedir.

    Yazarlar, dünyadaki birçok müzik stilinin ritim kısımlarında düşük frekanslara sahip bas gitar ve davullara yer verilmesinin ve de ahenksiz gitar soloları ve yüksek sesle çalınan saksafonun, tempo dışı bas gitarın aksine, kulağa iyi gelmesinin nedeninin bu fenomen olduğuna dair fikir yürütmekteler.


    Poeppel, bu çalışmanın, yargıya varmak için henüz çok erken bir safhada olduğu konusunda uyarıyor ve eğer insan beyni düşük frekanslarla daha iyi bir uyum yakalayabiliyorsa, müziğin diğer önemli bir bileşeni olan hareketin nedenini de açıklayabileceği hakkında fikir yürütüyor.

    Müzik beraberinde bilinçaltı bedensellik getirmektedir. Dans etme, ayak tabanlarını yere vurma, kafa sallama çoğu zaman ritimden ve şarkının vuruşlarından ayrılamaz gibi durmaktadır. Poeppel, bu olayı, şu şekilde açıklamakta; “müzik dinlemek sadece beyindeki işitsel alanları uyarmakla kalmaz, beyne ritmik girişler otomatik olarak motor korteksi de aktive eder. Buna ‘ön dans’ da diyebilirsiniz.”

    McAuley’e göre, insan beyni hareketteki müziği bulmaya duyarlı bir yapıdır (örneklerini orijinal metinde bulabilirsiniz). McAuley şöyle açıklamakta; “beyinlerimiz sürekli devam eden görsel bir uyarandaki vuruşları yakalayabilmektedir.” Öyle gözükmekte ki işitsel bir tempoya beyinlerimiz doğru bir şekilde uyumlanırken kısmen de olsa görsel ritmi de algılayabilmekteyiz.

    Elbette ki insanların müziği nasıl algılayabildikleri, bir tempoya uyum sağlamaktan çok daha karışıktır. Müzik anlamını içsel hatıralar, duygular ve beyindeki haz ve ödül aktivitelerinden de almaktadır. Melodi, harmoni ve ses tınısı gibi akustik özellikler de önemli rol oynamaktadır. Ve bizim, seslere, sözlere ve de şarkıya sembolik bir anlam katmamızı sağlayan zihinsel kabiliyetimiz, dinlediğimiz şeyin müzik olduğunu tanımlayabilmemiz, insan müzikal algısını kesin olarak etkilemektedir.

    Fakat Poeppel ve diğerlerinin çalışmaları göstermektedir ki,  tonal bir zaman algısının, az da olsa maymunlarda ve tam olarak insanlarda rastlanılması nedeniyle, müziği fark etmede ön koşul olduğu açıktır. Müziği takdir edebilmek, beyinlerimizin ritimde kalması ile başlıyor olabilir.

  • Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder