• Belirsizliğe Uyanmak

    Bitmek bilmeyen sorular insanı delirtir miydi? Ya da tamamen yalıtılmak bir noktadan sonra insanın algıları bulanıklaştırır mıydı? Tüm bu düşüncelerin içinde yuvarlanırken aniden, karşı konulamaz bir ağırlık vücudumu ele geçirdi. Göz kapaklarım birden kapandı ve kendimi bir odanın içinde buldum.

    Duvarlara konuşmaya başladığımın farkındaydım. Öyle zamanlar oluyordu ki kendi sesim kendime yabancı geliyordu. Kimdi ki bu konuşan? Dört dolanıyordum duvarların arasında. Ah o duvarlar! Kirli sarı renkte, yer yer dökülmüş boyaların altından küçük mor çiçekleri olan yıpranmış duvar kâğıdı görünüyordu. Kaç senelikti bu ev? Ve ben nasıl olmuş da düşmüştüm böylesi bir yere? Aslında çok yakın bir yerden gelen fakat sesi çok uzak duyulan ve sürekli tekrar eden bir melodinin kafamdaki yankısı ile benden git gide uzaklaşan anılarımı anlamsız bir çaba ile geri çağırmaya çalışıyordum. 

    Fakat ne kadar çabalarsam çabalayayım nafile bir uğraştı bu; benden sıyrılıp giden ise sadece anılarım değildi, benliğimdi. Kendimi kaybettiğim açıkça ortada değil miydi? Anılarım gidince, tecrübelerim, tüm o sevinçlerim, kederlerim geriye kalan ben olmayacaktım elbet. Fakat kim ki bu?

    Duvarda asılı antika ahşap guguklu duvar saatinin tam karşısındaki eskimiş üzerindeki bordo renkli kadife kumaş yer yer sökülmüş berjere oturuyorum. Hesaplarıma göre birazdan kuşun kafasını çıkarması lazım ve tam o ötmeye başladığında melodi de durmuş olmalı. Bu köhnemiş evde bulup bulabildiğim tüm örüntü bu; melodinin sessizliğe gömülme zamanı! Belki de kafamı dinleyebildiğim tek an bu. 

    Evde 5 oda var ve fakat benim odalardan birine girmem yasak. Melodinin oradan geldiğine yemin edebilirim fakat öylesine yankılı bir ses ki duvarların içinden dahi geliyor olabilir. Ah çalma artık, bırak ne olur? Melodiyle süpürülen ruhumdan geriye bir şeyler bırak!


    Buradan çıkışın iki yolu olabilir ya guguk kuşunu boğazlayacağım ve artık ötemez olacak veyahut da piyanoyu çalan kişiyi bulacağım! Kalkıyorum yerimden ve şimdilik guguk kuşu ile uğraşmayı bırakıyorum. Loş odaları teker teker dolaşıp, giremediğim kapıyı kırmaya çalışacağım; kendimi daha fazla kaybedemem. Ah hele ki odaların karanlık köşelerinden gelen fısıltılar gitgide yükselirken ben kaybolmuş kendimle bir gölgeye dönüşeceğim korkarım; şu pis sarı renkli duvarların üzerinden beliren bir yansıma… 

    Mor çiçeğe de dönüşebilirim elbet. Benden sonra gelenler için bir bulmaca, buldurmaca, devamı el üstünde kaydırmaca mıydı yoksa söz üstünde kaydırmaca mıydı o? Tam da tahmin ettiğim gibi unutkanlık baş gösterdi!

    Pencereler sıkı sıkıya kapalı. Ne günü biliyorum, ne de ayı. Yıl dersen 2042 olmalı belki de 1921. İkisi de olabilir, ikisi de bir bana. Apar topar getirildikten sonra, delirdim miydi bilmem, neden getirildiydim ki ben, zaman da aparlandı toparlandı üst üste toplandı gibi sanki. Ne yapacaktım ben? 

    Evet, şu hadsiz melodiye haddini bildirecektim. Kiler gibi kullanıldığı belli, üst üste eşyaların konulduğu en küçük odaya geçtim. Elektrik düğmesine basmamla ampul pof diye patladı. Odadan geri çıktım ve şamdanlardan birini elime aldım. Geri geldiğimde gördüğüm manzara içler acısıydı. Burada bir şey bulabilmem neredeyse imkânsızdı. Üst üste binmiş televizyon ekranlarının her birinde ayrı bir görüntü oynuyordu. Dikkatlice baktım; hatırlar gibiydim o görüntüleri. Yoksa bana ait bir şeyler mi vardı bunlarda? Geçmişim ya da geleceğim. Ah o kadar tanıdık ki! Fakat öylesine sinirliyim ki her şeye ve bu oyunun daha fazla bir parçası olmaya mecalim yok. 


    Her yere dikkatlice bakıyorum ve sonunda aradığım şeyi buluyorum; parlak ve keskin bir balta. Önce olanca gücümle tv ekranlarını teker teker parçalıyorum, ah öylesine güzel bir his ki… Geçmişimi ya da geleceğimi tamamen kaybetme ihtimalim var işin içinde biliyorum fakat ne olacaksa olsun artık ne olacaksa! 

    Ekranları bir güzel parçaladıktan sonra kapısı kilitli odanın önüne dikiliyorum. Birkaç derin nefes alıyorum öncelikle. En son nefesimi çektikten sonra içime, elimdeki baltayı kilide indiriyorum. Üçüncü denememden sonra kilit kırılıyor. Nefesimi anca o zaman veriyorum. Şamdanı bıraktığım yerden geri alıp usulca kapıyı itekliyorum, itekliyorum, itekliyorum, itekliy….

    Kat kat katmanlarımı ve aslında hiç bana ait olmamış hatıralarımı, uzak diyarlardan gelen karmakarışık kalabalıkların seslerini, anlamsız fısıltıları, ağaçları, kuşları, topraktaki kurtları, yeryüzünü, gökyüzünü bırakıyorum kapının eşiğine. 

    Ezgi uzaklardan gelen bir melodi değil şimdi; bir anahtar. Öyle bir anahtar ki her yoklukta ve her varlıkta, her boşlukta ver her kalabalıkta o var. Galiba biliyorum fakat gerisini anlatamam. Ne başı, ne sonu, ne gerisi ne ötesi var ne de kim olduğumun bir önemi. Bu yeni bir hikâye fakat diğer hikâye sonlanıyor tam da burada; her zamanki yerde. Kirli sarı renkli duvarların arasında.

    Sanki gözlerim yıllardır kapalı kalmıştı. Zar zor açabildim. Bu karmakarışık rüyanın ne anlama geldiğini bilmiyordum ama içimdeki kara düğümlere yenilerini eklediğini hissediyordum. Neydi bütün bunlar, dünyaya neler oluyordu? Geleceğin belirsizliği, odanın içinden içime sinmişti.

     

  • Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder